Popüler Yayınlar

1 Temmuz 2020 Çarşamba


Eski bir Gelibolu Limanı konulu fotoğraf. Sanırım 70 li yılların başında çekilmiş. Ortadaki motor Yelkenci motoru, hani gövde rengi sarı olan kartpostallarda sıkça gördüğümüz uzun yıllar limanda bağlı kalan Yelkenci sülalesinin motoru. Sağındaki ve solundaki motorların adlarını bilmiyorum ama bilen vardır mutlaka. Sağ tarafta Yılmaz Otel hala ayaktadır. Sol kenarda duvarının bir kısmı görünen yer ise bir zamanlar kaleburcuna bitişik inşa edilmiş ama günümüzde olmayan yapılardan biri görülüyor. 

8 Haziran 2020 Pazartesi





Gelibolu Un fabrikası. Osmanlı döneminde iki Yunan asıllı Türk vatandaşının işlettiği fabrikalar toplamda iki adet idi. Aralarında yaklaşık 300 metre mesafe ile inşaa edilmişlerdi. Osmanlı donanması Akdeniz'e sefere çıkarken bu fabrikalardan peksimet stoklar aylar süren seferde bu peksimetler kullanılırdı. Bölgenin en büyük un fabrikalarıdır. Gelibolu kara muharebelerinde gerek uçaklarla gerekse Saroz'da bulunan müttefik kuvvetlerinin donanmalarının top atışlarıyla büyük hasara uğradılar. Bir daha da onarılamadılar yok olup gittiler.


Büyük caminin minaresinden çekilmiş bir Alaeddin Mahallesi fotoğrafında bu un fabrikalarının ikisi de aynı karede görüntülenmiş.


Başka bir açıdan.
 Un fabrikasının farklı bir açıdan fotoğrafı. Fotoğrafın üst tarafında "un fabrikası bombardıman sonucu yıkıldı"açıklaması var



Un fabrikasının yeri konusunda tereddüt yaşayanlar için rehber olabilecek bir fotoğraf. Sağda şimdiki otobüs terminalinin yanındaki tarihi Gelincik Konağı adlı bina, solda ise un fabrikası. Yani günümüzdeki itfaiye binasına yakın bir konumda.





Bombalanan un fabrikasının enkazı üzerinde incelemeler yapan devlet memurları.

 Başka bir açıdan un fabrikası

2 Haziran 2020 Salı

Gelibolu'nun İç Liman olarak adlandırılan tersane havuzunda değişik zaman dilimlerinde yerel yönetim ve kurumlarca temizleme çalışmaları yapılmıştır. Bu fotoğraflar 1997 yılında eski Belediye Başkanı Sayın Turan Mildon'un ikinci başkanlık dönemindeki temizleme çalışmaları fotoğraflarından oluşmaktadır. Fotoğraflar rahmetli Turan Mildon'un değerli eşi sayın Dilek Mildon hanımefendi tarafından Gelibolu tanıtımına katkı olması amacıyla tarafıma iletilmiştir.Kendisine bu katkıdan dolayı çok teşekkür ediyorum. Gelibolu Tarihi bloguma fotoğraflar ile katkı yapacak takipçiler bu başlıkta yapacakları yorumlar vasıtasıyla bana ulaşabilir.







29 Mayıs 2020 Cuma



Gelibolu Limanı 1980 li yıllar.
Limanın sularının mavi olduğu yıllardan bir kartpostal. 

18 Mayıs 2020 Pazartesi





Yıl 1922. İşgal Dönemi. İngilizler Gelibolu'yu işgal etmiş. Bunlar Gelibolu Fener tepesindeki yeldeğirmenleri. Bayraklı Baba ile Astsubay Ordu Evinin arasında bir yere denk gelen yerdeydiler. İki taneydi. Birçok eski Gelibolu fotoğrafında uzaktan gördüğümüz bu yeldeğirmenlerini yakından gösteren ender birkaç fotoğraftan biridir bu fotoğraf. Fotoğrafta fazlalık bir obje vardı onu hokus pokusla kaldırdım. Sağda değirmene yaslanmış kişiler değirmenciler olabilir.



Komşu ilçelerden birkaçı tarihlerinde var olan ve zamanla yıkılmış yok olmuş bu tip yeldeğirmenlerini tekrar inşaa ederek turizmlerini ve tarihlerini yeniden canlandırıyorlar. Peki biz Gelibolulular neden Fener tepesine bu değirmenleri yeniden yapıp tarihimizi yeniden canlandırmayı ve gelecek nesillere taşımayı düşünmeyiz? Bu tür girişimler turizmimizi de canlandırmaz mı?






15 Nisan 2020 Çarşamba


Yüzyıllar boyunca çağdaş ve korunaklı bir şehir olan Gelibolu, her dönemde yetiştirdiği aydınları ile millete hizmette önemli roller üstlenmiş bir yerdir. Bir zamanlar tüm dünyada ün salmış Kemal Reis, Kaptanıderya Kaymak Mustafa Paşa, Trablusgarp Valisi Dayı Mustafa Paşa gibi şahsiyetler bu kişilerden sadece bir kaçıdır.
Gelibolu aynı zamanda Rumeli’nin dini merkezlerinden biri de olmuştur. Bu nedenle Gelibolu’da birçok tekke, zaviye ve tarikat da kurulmuştur. Hemen hemen her mahallede birkaç tekke ve zaviye vardı. Özellikle Mevlevilik, Konya’dan sonra en büyük etkisini Gelibolu’da göstermiştir. Bu yüzden bir zamanlar Gelibolu’ya “Medine-i Münevvere-i Gelibolu” da denilmeye başlamıştı. Böyle önemli bir merkez haline gelmiş olan Gelibolu’da hiç şüphesiz tasavvuf edebiyatı da gelişmişti. Ülkenin yetiştirdiği şairlerin birçokları ilahi, koşma ve aruz vezniyle eserler meydana getirmişlerdi. Bunlardan 16.yüzyılda yaşamış olan saz şairi Ayari’yi, Cami mahlasını kullanan ve Mısır’da hazine kâtipliğinde bulunan Ahmet’i, yine 16.yüzyılda yaşamış olan ve Ceşmi mahlasını kullanan Şair Mustafa Ali’yi ve Ahmet Celalettin Dede’yi sayabiliriz. Şair Mustafa Ali tarafından kaleme alınan ve halk arasında “Gelibolu İlahisi”  olarak ün kazanmış ve Gelibolu’yu en güzel anlatan şiir şöyledir:
Gelibolu’yu seyreyle gör ey gafil ne canlar var,
İhata eylemiş anı ki bildim yüz bin erler var,
Misal-i bağ-ı cennet teferrücgahı yerler var,
Çağırırsan bu deminde yetişir anda Pirler var.
            Muhammediye sahibi Yazıcızade server var,
           Dürrü Meknun-u Envar-ı yazan Ahmedi Bican var.
Kuşatmış kıblesin derya müferrahtır Namazgâhı,
İderdi Hızr ile suhbet müsellada varıp gahı,                                                                      
Tutuştu elinde varak iderdi der ile ahı,
Olup talimde üstadı o canın ol cihan fahri.
            Muhammediye sahibi Yazıcızade server var,
           Dürrü Meknun-u Envar-ı yazan Ahmedi Bican var.
Ali Baba mekân etmiş varıp baş çeşme yanını,
Sinan Paşa sebil etmiş din için kuşça canını,
Coşar her kim varıp görse azade makamını,
Çü üçler yediler kırklar sancak etmiş mekanını
            Muhammediye sahibi Yazıcızade server var,
           Dürrü Meknun-u Envar-ı yazan Ahmedi Bican var.
Gör Mehmet Efendi’yi mesken edindi dağ başını,
Kerametle celalinden anarlar onun savaşını,
Ayakdaşı Firdan Dede akıtıp çeşminin yaşını,
Alaettin Efendi2nin keramet ederler işin,
Kendi kıldı namazın göre ne canlar içre canlar var.
            Muhammediye sahibi Yazıcızade server var,
            Dürrü Meknun-u Envar-ı yazan Ahmedi Bican var.
Tekke Baba’yı seyreyle bahre karşı durağıyla,
Süleyman Bey kucağıyla, Karaca Ahmet olur meşhur çırağıyla,
Bizi bunlarla haşreyle deyi dağı fırağıyla,
Müstecap ola duası dua harmanı yerler var,
Muhip ulu fıkarası göre ne can içre canlar var.
           Muhammediye sahibi Yazıcızade server var,
            Dürrü Meknun-u Envar-ı yazan Ahmedi Bican var.
Bu bir sırrı hidayettir,
Bu bir keşfi keramettir,
Velisi çok vilayettir,
Neziri yok bu dünyada


Dr. Nihat Atabay

12 Nisan 2020 Pazar

1912 Şarköy-Mürefte Depremi’nin Çanakkale ve Gelibolu’daki Etkileri


1912 yılı (27-28 Temmuz 1328) 8-9 Ağustos tarihinde Edirne, Çorlu, Gelibolu, Mürefte, Şarköy, Dedeağaç ve Çanakkale’de etkili olan bir deprem meydana gelmişti. Bu depremin Kocaeli ve Adapazarı civarında da hissedildiği bilinmektedir. Depremin bugünkü ölçütlere göre yani Richter Ölçeğine göre 7.4 şiddetinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu dönemde Edirne Vilayeti’ne bağlı Gelibolu Sancağı’nda halkın büyük çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu. Bir miktar Müslüman, biraz Ermeni, Musevi ve Kıpti de vardı. Deprem 8 Ağustos 1912 gecesi Gelibolu’da şiddetli bir sarsıntı ile başlamış, saat 07.30’da hafifçe, 9 Ağustos 1912 günü saat 15.55’te şiddetli bir şekilde hissedilmişti. Kale-i Sultaniye Mutasarrıfı Rüştü Bey’e göre ise deprem Cuma günü saat 03.15’te olmuş, cami minareleri ile kagir binaların bir kısmı yıkılmış, Hükümet Konağı büyük hasar görmüştü. Doktor Yüzbaşı Sadi Bey’e göre deprem, gece saat 03.00’te olmuştu. Halk deprem sırasında kendini dışarı atmış, evlerin yıkıldığını, minare ve kilise kulelerinin devrildiğini ve insanların bu enkaz altında kaldığını bildirmektedir:

Seyahatimdeki, bu hususta bütün müşâhedâtım mezc edildiği takdirde sarsıntıların nev'inin “ufkî” olduğuna kendimde bir kanaat hasıl olmuştur. Benim de istinat ettiğim nokta elbette zelzele nuvis değildir. Çünkü nerede!... Şarköy, Mürefte’deki evlerin ekseriyetle tarz-ı inhidamı, Tekfurdağı, Gelibolu, Çanakkale’deki minarelerin, saat kulelerinin yıkıldığı, devrildiği tarz bu kanaatimi takviye ve te'yid ediyor.



Ayrıca Edirne ve Gelibolu’da un fabrikalarının bacaları yanarak kullanılamaz hale gelmişti. Gelibolu ve civarında 33, Kale-i Sultaniye’de (Çanakkale) 3 kişi hayatını kaybetmişti. Depremin etkilediği tüm deprem bölgesinde ise toplam 1.115 kişi yaşamını yitirmişti. Depremin Yaz mevsiminde ve hasat zamanı olması nedeniyle halkın büyük kısmı bağ ve bahçelerinde bulunuyordu. O nedenle can kaybı nispeten az olmuştu. Doktor Yüzbaşı Sadi Bey, ilk günde enkaz altında kalan ve sağ çıkarılan insanların bulunduğunu belirtmiş, koyun, keçi, köpek gibi enkaz altında kalan bazı hayvanlarında on-onbeş gün sonra canlı olarak kurtarıldığını söylemektedir. Doktor Yüzbaşı Sadi Bey, depremi söyle anlatmaktadır: “Muhterem karie ve karilerim bu son hareket-i arzın merkezi, vüs'ati ve şiddeti hakkında da epeyce garib rivayetler duymuşlardır. Bunların içinde pek gülünçleri de vardır. Kimisi Havra köyünü kimisi Mürefte'nin mahdud bir dairesini kimi de bilmem hangi münferid noktayı hareketin merkezi ittihaz ediyor. Zelzeleyi müteakib tetebbu'da bulunmak üzere bir de Romanyalı zelzele mütehassısı gelmiş ve merkezin “Mürselli” olduğunu söylemiş! Bizce bir mütehassıs böyle söz söylemez. Tekfur dağından Çanakkale’sine kadar olan o vasi mıntıkadaki tahribatı bizzat gezdim, gördüm. Bu müşahedatıma istinad ederek Marmara hareket-i arzının Tekfurdağları’nın oldukça imtidatlı bir mıntıkasını hareketin merkezi olarak kabul ediyorum. Bu mıntıka Tekfurdağı’ndan başlayarak Havra, Ganos, Mürefte, Şarköyü, Gelibolu ve Çanakkale’siyle bu kaza ve livalara tabi olan birçok köylerin heyeti umumiyesini şâmildir. Binaenaleyh merkez-i tezelzül mahdud bir köy bir kasaba olmayub ekseriyetle olduğu gibi adeta bir hat üzerinde vaki “merkez mıntıkası” halindedir. Sahası aşağıyukarı bir kıta-ı nakıs şeklindedir. Yalnız Mürefte, Şarköyü ve Ganos gibi yerlerde görülen ve daha fazla gibi farz olunan tahribatı yangınlarla başka avamilden ayırmak lâzımdır.”


Depremin tsunami yapmasından da korkulduğu anlaşılmaktadır. Doktor Yüzbaşı Sadi Bey, tsunami tehlikesini şöyle açıklamaktadır: Zelzelenin satmesi deniz sahilinden epeyce yere isabet ettiği halde “Tsunamis” denilen o korkunç dalgaları vücuda getiremedi. Yalnız buna temas eder bazı garib rivayetler vardır: İstanbul'da Fransızca olarak intişar eden Stamboul gazetesi “bir hadise-i tabiye” ser levhasıyla o günlerde şu fıkrayı ilan ediyordu. “Gece saat on birde Kadıköyü’nde, Mühürdar’da deniz pek mütemevvic idi. Nısfu’l leylden bir saat sonra sahile çarpan dalgalar kesretle yağmur yağmakta olduğu zehabını veriyordu. Halbuki bir katre bile yağmur yağmamıştı. Aynı zamanda şiddetli bir rüzgâr toz bulutları kaldırmakta idi. Saat ikide hareket-i arzdan takriben bir buçuk saat mukaddem hararet pek ziyade artmış ve denizde temevvücât fazlalaşarak bir hadise-i fevkaladenin karibul vuku olduğu anlaşılmakta bulunmuş idi. Denizdeki kaynaşma şiddetli hareket-i arzdan ancak yarım saat sonra sükun bulmuştur. Hareket-i arzdan az evvel ince bir kum yağmuru müşahede edilmiştir... Bu fıkradaki ihbaratın hemen kaffesi uydurmadır. Bu gibi hadisat-ı tabia zelzelelerin ef’aliyle katiyen münasebettar değildir. Bu hareket-i arzda saha-i tezelzül dahilinde çatlamış, yarılmış bir kaç yere de tesadüf edebiliriz. Mürefte, Şarköy köylerinde, dağlar arasındaki vadilerde yarım metre 30 santimetre genişliğinde 20-30 metre tulunda (uzunluğunda) bir çok yarıklar hasıl olmuştur. Lâkin bunların içinde bir tanesi vardır ki pek ziyade şayan-ı tezkârdır. Mürefte’ye tabi Kestanbulî ile Yenice köyleri arasında İstinyanoz’un Dişbudak Mevki tarlasında şark cihetinde takriben “400” metre tulunda “5” metre arzında ve “10” metre kadar derinliğinde yer yarılmıştır.

Deprem sonrasında halk hızla deprem bölgesinden göç etmeye başlamıştı. Mürefte ve Şarköy’de oturan halkın büyük kısmı sancak merkezi Gelibolu ile İstanbul’a göç etmiş adeta bu yerler ıssızlaşmıştı. Depremden kaçanlar için Basra torpidosu ve Başlangıç vapuru bölgeye gönderilmişti. Ayrıca yaralılar için de Etfal, Haseki, Kalahane, Beyoğlu Zükur ve Yedikule Rum Hastaneleri ayrılmıştı. Kısa sürede hastaneler yaralılarla dolmuştu. Deprem bölgesinde ekmek sıkıntısı baş göstermişti. İstanbul’dan ilk etapta Edremit vapuruyla 1.000 çuval un gönderilmişti. Ayrıca yiyecek içecek temini için de ilk etapta 100.000 Kuruş tahsisat çıkarılmıştı. Daha sonra Maliye Nezareti bölgeye 200.000 Kuruş daha tahsisat göndermişti.  Gelibolu Mutasarrıfı haberleşme için depremden zarar gören köylere bir adet santral ve dört adet telefon makinesi istemişti. Bu sırada telgraf direkleri yıkıldığı için bölgeden sağlıklı haber alınamıyordu. Buna karşılık vapur iskeleleri fazlaca zarar görmemişti. Tekirdağ, Gelibolu, Dedeağaç ve Karaağaç İskelelerine vapurlar yanaşabiliyordu. Deprem bölgesinde en önemli sorun asayişin ve güvenliğin sağlanmasıydı. Hükümet bölgeye sıkıyönetim ilan etmişti. Bölgeye bu amaçla jandarmalar gönderilmişti. Depremzedelerin mal ve canlarının güvenliği için bir bölük nizamiye askeri de yola çıkarılmıştı. Ayrıca Gelibolu Mutasarrıfı tarafından asayişin sağlanması için üç polis memurunun Gelibolu’ya gönderilmesi istenmişti.
Deprem bölgesinde önemli, bir sorun da su meselesidir. Temiz içme suyu sıkıntısı baş göstermişti. Doktor Yüzbaşı Sadi Bey bu konuda şunları yazmaktadır: “Mürefte ve Şarköy ile civar köylerinde birçok menbalar kurumuşdur. Hatta nefs-i Şarköy ve Mürefte de çeşmelerin çoğundan bizim ziyaretimiz gününe kadar sular henüz akmamıştı. Hareket esnasında güya Ganos’tan geçen bazı gemiler o anda denizin üzerinde vasi bir petrol tabakasının yayıldığını işa'a etmiş iseler de vuku bulan tahkikatında bunun da aslı olmadığı meydana çıkmıştır. Hele sıcak su menbaları ihdâs etmek hususunda biçare hareketzedelerde büyük bir inhimak vardır. Kimle konuşsanız filan veya falan yerde sıcak su kaynamıştır diye sizi iknaa çalışır. Oralardan tahkik ederseniz kuru bir rivayet bulursunuz. Bolayır'a gittiğimiz gün "9 Ağustos sabahı" bir zat bize şu hadiseyi anlatıyordu. Köylünün biri bir desti içinde kan gibi kırmızı bir su getirmiş hatta çarşı sokaklarına döküldüğünü gözleriyle görmüş imiş. Köylü bu suyu Bolayır’dan üç saat ötede Adilçeşme nam mahaldeki yeni zuhur eden bir menbadan doldurduğunu söylemiş! Bu kadar katiyetle söylenen bir rivayeti tahkik merakına düştüm. Lâkin söylenen zat köylüyü tanımadığı gibi Bolayırlıların hiç birinin de bu vakadan haberleri yokmuş!..
Suyun temini için Bahriye Nezareti görevlendirilmişti. Bahriye Nezareti de Gelibolu Liman İdaresine bu görevi vermişti. Suyolları büyük hasar görmüştü. Bir taraftan da suyollarının tamirine girişilmişti. Deprem bölgesindeki hasarın tespiti amacıyla bir taraftan hükümet yetkilileri diğer taraftan dini grupların liderleri (Ermeni, Rum, Yahudi ve Müslüman cemaat liderleri) çalışmalara başlamışlardı. Hükümetin izni çerçevesinde gazeteciler de bölgeye akın etmişlerdi. Yerli ve yabancı pek çok gazeteci Gelibolu ve Kale-i Sultaniye (Çanakkale)’ye gelmişti. Evkaf Nazırı Mehmet Fevzi Paşa deprem bölgesine gelmiş ve incelemelerde bulunmuştu. Pek çok evin yıkılması veya oturulamaz hale gelmesi barınma sorununu da beraberinde getirmişti. Gelibolu bölgesine ilk etapta 100 çadır gönderilebilmişti. Bir taraftan da halkın kendi barınma sorununu çözmek için harekete geçtiği görülmektedir. Hükümet bu amaçla halka yardımcı olmuş, ihtiyaç duyula inşaat malzemeleri hükümet tarafından bulunmuştu. Ayrıca Maydoslu (Eceabatlı)  inşaat ustalarının Gelibolu depremzedelerinin iskânı için hükümet tarafından görevlendirildiği görülmektedir. İskân için bulunan çözüm halkın civar yerlere dağılmadan eski yerleşim yerlerinin yakınlarına yeni yerleşim yerleri kurulması şeklinde olmuştu. Gelibolu, Evreşe, Şarköy, Ereğlice ve Araplı’da halk hemen eski yerlerinin yakınlarına iskân edilmişlerdi. Bu arada depremzedelere yardım için bir İane Komisyonu (Yardım Komisyonu) kurulmuştu. Fahri Başkanlığı’na da Şehzade Abdülmecit getirilmişti. Komisyona Ermeni Patrikhanesi ile Hahambaşılıktan da birer kişinin seçildiği görülmektedir. Komisyon Harbiye Nezareti’nin kendisine tahsis ettiği bir salonda çalışıyordu. İstanbul’daki Rum kadınlara da sokakta çiçek satarak depremzedelere yardım toplama ruhsatı verilmişti. Komisyon toplanan yardımları Edirne ve Kale-i Sultaniye’ye (Çanakkale) gönderiyordu. Yurtdışından da depremzedelere yardım geliyordu. Alman İmparatoru II. Wilhelm depremzedelere 10.000 Mark mali yardımda bulunmuş, ayrıca “Loreley” vapuru ile de yardım malzemeleri göndermişti. Gelibolu depremzedeleri için Almanya’da yaşayan bir hayırsever Berlin Sefaretine nakdi yardımda bulunmuştu. Mısır’da yayınlanan “Bars Egypt” gazetesi de depremzedelere para yardımı yapmıştı. Deprem sonrasında Gelibolu ve Çanakkale’de sıkıntı içinde bulunan halka vergi ve kredi konularında kolaylıklar sağlanmıştı. Balkan Savaşı öncesinde meydana gelen bu deprem Gelibolu ve Kale-i Sultaniye (Çanakkale)’de pek çok evin yıkılmasına, insanların aç kalmasına, bölgede bulunan askerlerin yiyeceksiz kalmasına sebep olmuştu. Bir de buna Balkan Savaşı ve savaş sırasındaki göçmenler eklenince sefalet hat safhaya çıkmıştı.

1912 depreminde Çanakkale’de bulunan konsolosluk binaları çok zarar görmüştü. Fransız konsolosluğu yıkılmıştı. Yunan konsolosluk binası neredeyse kullanılamaz hale gelmişti. Bölgeye gelen Fransız Illustration dergisi muhabiri Çanakkale ve Gelibolu’daki depremin hasarını gösteren fotoğrafları 1912 yılı Kasım ayında yayınlamıştır.1912 yılı depreminde Gelibolu Sancağında bulunan 6.699 binadan 2.890’ı yıkılmış ve 33 kişi hayatını kaybetmişti. Gelibolu şehir merkezinde 802, Bayır’da 307, Cedid’te 202, Fındıklı’da 92, Kavaklı’da 14, Cumaeli’de 27, Burhanlı’da 47, Pazarlı’da 38, Tayfur’da 5, Bergos’ta 47, Bolayır’da 257, Eksamil’de 104, Evreşe’de 174, Kavak’ta 150, Bayramiç(Piramiç)’te 161, Bollıca’da 75, Kilisalı’da 72, Şadıllı’da 51, Çokal’da 45, Kalealtı’da 17, Karaçalı’da 47 ve Muarız’da(Saroz) 25 bina yıkılmıştı. Hayatını kaybedenlerin 5’i Gelibolu, 8’i Cedid, 1’i Bayır, 2’si Cumaeli, 5’i Bolayır, 1’i Evreşe, 7’si Kavak, 2’si Çokal ve 2’si de Karaçalı’dandı.
Allah tekrarından korusun. 

Dr Mithat Atabay

Not: Bu ileti ile ilgili her türlü yorumlarınızı en altta bulunan "Yorum Gönder " kısmına yazarak bana iletebilirsiniz. Yönetici onayından sonra yayınlanacaktır. 


29 Mart 2020 Pazar



Halkın 1929 yılında başlayan Gelibolu’da ortaokul açma isteğine, Maarif Vekâleti, 1933’te bir okul binasının bulunması halinde izin verileceğini bildirilmiştir. Bu-nun üzerine halk Belediye binasında toplanarak belediye reisi Ali Armanoğ-lu, dava vekili İb-rahim Çekmece, borsa komiseri İbrahim Gürsoy, sarraf Simon Aba-lotya ile tüccar Nesim Ban-banesti’den oluşan bir komite seçilmiş ve 1897 yılında Fransız Cizvit Papazlarının kurduğu okul ve kilise binasını satın alınarak 1933-1934 eğitim-öğretim yılında Gelibolu ortaokulu eski kilise binasında açılmıştır. Bu okulda eğitim-öğretim 1968-1969 yılına kadar sürmüştür (http://canakkale.meb.gov.tr) 1969 yılında yeni lise bi-nası yapılmış ve bugünkü Orgeneral Eşref Bitlis İlköğretim Okulu yerleşkesine taşınmıştır. 1993 yılında liseden ayrılan ortaokul Orgeneral Eşref Bitlis Ortao-kulu adını almış ve 1997 yılından itibaren kesintisiz zorunlu eğitimle birlikte “Orgeneral Eşref Bitlis İlköğretim Okulu” olarak eğitim-öğretime devam et-mektedir.





1914-1915 Gelibolu kara Muhaberelerinde Çanakkale Savaşında yaralanan Mehmetçiklerimizi tedavi etmek için Hilal-i Ahmer hastahanesi olarak da kullanılan bu okulumuz şimdilerde metruk bakımsız bir vaziyette Onarılacak restore edilecek günleri bekliyor. 







Gazi Süleyman Paşa İlköğretim Okulu (Gelibolu - Merkez)
Okul, 1927 yılında ana okulu olarak eğitim-öğretime açılmıştır. 1929 yılın-da 3 sınıflı ilkokul haline getirilmiştir. 1949 yılında 2 derslik ilave edilerek 5 sınıflı ilkokul olmuştur. 1976 yılında eski bina yıkılarak sekiz derslikli yeni bina inşa edilmiştir ( il Millî Eğitim 1998). Bu bina da ihtiyaca cevap vermedi-ğinden Çanakkale İl Özel İdaresinin finanse etmiş olduğu yeni binanın temeli 12 Ağustos 2005 tarihinde atılmış ve 6 ay gibi kısa zamanda bitirilerek 2005-2006 öğretim yılının ikinci dönemi Şubat ayında faaliyete geçmiştir (Okul Mü-dürlüğü, 12.03.2009). Okul-aile işbirliği ile okulun iç donanımı modernize edilmiş ve Gelibolu’nun en başarılı okulu unvanına sahip olmuştur. 


Eski okul
182 arsasına inşa edilen yeni yapıya okul bahçesi dar gelmektedir. Başka bir ifade ile okul, apartmanların arasında sıkışıp kalmıştır.






Çanakkale'nin Gelibolu ilçesi Karainebey köyünde 23 Temmuz 1925 günü doğdu. İlkokulu Çanakkale'de, ortaokulu İstanbul'daki Yenikapı Ortaokulu'nda bitirdi. İstanbul Erkek Lisesi'ndeki öğrenimini iki yıl sonra bıraktı.

Şiir yazmaya orta birinci sınıf öğrencisi iken başladı. İlk şiiri Edirne'de Akşam, 1940 yılında (şair henüz 15 yaşında iken) Yeni İnsanlık adlı dergide altında "Harika Çocuk" diye bir notla yayımlandı. Bu şiiri ilgi görmüş, yayımlanmasından sonra dönemin ünlü şairi Hasan İzzettin Dinamo kendisini görmeye Yenikapı Ortaokulu'na gelmişti.

1944yılında taşındığı Ankara'da 1950 yılına kadar yaşadı. 1945 yılına Ant Dergisi'nde yayımladığı şiirlerle adını duyurdu. 1944-1947 yılları arasında Atatürk Orman Çiftliği'nde memurluk yaptı. Askerliğini Kayseri ve Sivas'ta sürgün alayında yaptıktan sonra 1950'de İstanbul'a döndü, Mahmutpaşa'da işportacılık yaptı. 1951 Eylül'ünden 1952 Mart'ına kadar Türkiye Komünist Partisi öncülüğünde çıkan Yeryüzü adlı kültür dergisi'nin yönetiminde bulundu. 15 Kasım 1951’de yayımlanan "Dayanılmaz" adlı şiirinin ardından gizli örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla 5 Aralık 1951’de tutuklandı. 2 yıl cezaevinde kaldı, delil yetersizliğinden beraat etti. Cezaevinden çıktıktan sonra çok çeşitli işlerde çalıştı.

Bir müddet Arif 'Barikat' takma ismiyle toplumsal gerçekçi anlayışta şiirler yazdı. Bu dönem şiirlerini 1956'da "Günden Güne" adlı kitabında topladı. Kitap basıldıktan 5 ay sonra toplatıldı ama beraat etti.

1958 yılında "İstanbul Bulutu" adlı kitabıyla Yeditepe Şiir Armağanı'nı Cemal Süreyya ile birlikte aldı.

Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren bir şair olarak göründü. 1969'da Suadiye'de Yeryüzü Kitabevi'ni kurdu ve yönetti. Yayınevinde yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle 1982'de üç ay hapis cezasına çarptırıldı, Bozcaada tutukevi'nde yattı. 1984 yılında kitabevini kapatıp kendini bütünüyle yazılarına verdi. "Arif Hüsnü", "Ece Ovalı" takma isinlerini de kullandı. En sevilen şiirlerinden biri "Hallaç" tır.

1985 yılında Melih Cevdet Anday ile ortak imza attığı "Yağmurlu Sokak" adlı romanı yayımladı. Bu kitabı iki yazar 1959'da yazmışlar ve Murat Tek takma adıyla Tercüman gazetesinde tefrika edilmişti.

Bir süre Nahit Fıratlı ile evli kalan Damar, bu evliliğin bitmesinin ardından Meriç Tülin ile evlenmiştir. İstanbul Moda'da yaşamaktadır. Toplu şiirleri 2004 yılında Alkım yayınevinden çıktı.



Arif Damar aslen Gelibolu / Çanakkale doğumlu olmasına rağmen Bozcaada ile uzun süreli tanışıklığı hapisanesi nedeniyle olmuştur. Yukarıdaki resimde 1984 yılında bir bahar günü bir şairin bileklerinde kelepçelerle ve üç askerin kontrolünde Bozcaada sokaklarında Bozcaada Hapisanesi'ne götürülüşünü görüyorsunuz.
Arif Damar Bozcaada günlerinde de boş durmamış ve şiirlerini yazmaya devam etmiştir. Bozcaada'da yazdıklarını "Yoksulduk Dünyayı Sevdik" adlı kitabında toplamıştır. ( Bilim Kitabevi Yayınları, Nisan 1988)
Kitabın "Sunu"sunda bulunan ilk şiiri aşağıdadır:


TUZBURNU FENERİ

Hey gardiyan gardiyan
Gel de
Bak parmaklıklardan
Tuzburnu Feneri değil
Umudun şimşeği çakan

Bozcaada Cezaevi
11 Haziran 1984


 20 Ekim 2010 tarihinde kaybettiğimiz şair Arif Damar'ı saygıyla anıyoruz.










27 Mart 1975 “Gelibolu-Lapseki Depremi”
27 Mart 1975 Perşembe günü sabah 08,15’te Çanakkale’nin Gelibolu, Eceabat, Lâpseki ilçe ve merkez köylerinde geniş hasar bir deprem meydana geldi. Depremde, Gelibolu ilçesi sınırları içerisinde toplam 228 ev ağır, 467 ev hafif ve orta; Lâpseki ilçesinde 141 ev ağır, 57 ev orta ve hafif, Eceabat ilçesinde 26 ev ağır, 34 ev orta ve hafif hasar gördü. 17 vatandaş yaralandı. Deprem özellikle Çanakkale’nin Gelibolu, Eceabat ve Lâpseki ilçeleri ile köylerinde hasara neden oldu. Gelibolu Gazi İlkokulu’nun bir sınıfı tamamen çöktü. Okul % 50 hasar gördü. Gelibolu Kaymakamı Talat Sungur okulları 31 Mart Pazartesi gününe kadar tatil etti. Deprem Gökçeada’da hasara yol açtı. İlköğretmen Okulu’nun duvarları çatladı. Çanakkale’de de çok sayıda ev ve işyerinin camları kırıldı ve duvarları çatladı.

Yerleşim birimlerine göre ayrı ayrı hasar durumuna bakıldığında; Gelibolu Merkez ilçesinde 10 ev ağır, 87 ev orta ve hafif hasar; Yeniköy, 50 ev ağır, 32 ev hafif hasar görmüştü. Yeniköy’ün Kurulu olduğu yerden aşağıda, deniz kıyısında sağlam zeminli bir düzlüğe kurulması gerekirken yanlış yere kurulmuştu. Çünkü Yeniköy, 1953 yılı depreminden sonra bu düzlüğe nakledilmesi için gerekli tetkik raporları düzenlendiği halde, 1975 yılına kadar bu konu ile ilgili Bakanlık ve diğer yetkililer, maalesef hiç bir tedbir almamış ve bu yeni büyük felâketi âdeta beklemişlerdi.

Pazarlı Köyü’nde; 30 ev ağır, 40 ev hafif hasar, ayrıca minare yıkılmıştı. Köyün, 12 km. uzaklığında Çanakkale Boğazı kıyısında sağlam zeminli bir yere taşınması gerekiyordu. Yine aynı şekilde 1953 yılında verilen kesin bir raporun gereği olarak, bu iş de bugüne kadar yapılmadığı anlaşılıyordu. Ilgardere Köyü’nde 17 ev ağır, 90 ev hafif ve orta hasar görmüştü. Köy çevresinin, sağlam bir zemin aranarak burada yeniden iskân edilmesi gerekliydi. Ilgardere 1912 depreminde de büyük hasar görmüştü. Bayırköy’de; 36 ev ağır, 80 ev hafif hasar görmüş, okul, cami ve minaresi yıkıktı. Öncelikle bu kamu ihtiyaçları ele alınmalıydı.

Bolayır’da; 10 ev ağır, 15 ev hafif hasarlı olup, ayrıca Fevzi Çakmak Mahallesi - ki hasarın en büyük olduğu mahalledir- topluca sağlam bir zemine iskân edilmesi gerekiyordu. Kavakköy’de; 4 ev ağır, 13 ev orta ve hafif zarar görmüştü. Lâpseki - Umubey bucağı en ağır hasar gören merkezdi. Burada 100 ev ağır, 44 ev orta ve hafif zarar görmüştü. Tabaklar ve Yukarı Mahallesi’nin kesin olarak Çanakkale yolu boyunca yerleştirilmesi sağlanmalıydı. Kangırlı Köyü’nde; 41 ev ağır, 13 ev hafif ve orta hasar görmüştü. Okul ve lojman oturulamaz durumdaydı. Köyün bulunduğu zeminin kayalık ve sağlam olması nedeni ile durum ayrıca düşündürücüdür. Eceabat ilçesi Yalova Köyü’nde 4 ev ağır, 8 ev orta ve hafif hasar görmüştü. Kumköyü’nde 11 ev ağır, 19 ev orta ve hafif hasarlıydı. Beşyol Köyü’nde 2 ev hasar görmüştü. Küçük Anafartalar Köyü’nde 8 ev ağır, 12 ev hafif hasarlıydı.

Deprem sonrasında, Çanakkale milletvekili Hasan Sever, Çanakkaleli olan Jandarma Tuğgeneral İsmail Ülkü, Bigalı Balıkesir milletvekili Sadullah Usumi, Umurbey Belediye Başkanı Halil Alanlıoğlu, İskenderun Fen İşleri Müdürü Çanakkaleli Alev Albayrak ve MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan Çanakkale Belediye Başkanı Reşat Tabak’a birer telgraf çekerek depremden duydukları üzüntüyü dile getirdiler.
📷Depremin duyulmasından iki gün sonra Çanakkale milletvekili Hasan Sever başkanlığında dört kişilik bir heyet bölgeye gelerek gerekli incelemeleri yaptılar ve konuyu TBMM’nin gündemine de taşıdılar. Deprem sonrasında İmar ve İskân Bakanı Nurettin Ok da bölgeye gelerek incelemelerde bulundu. İmar ve İskân Bakanı Nurettin Ok 22 Mayıs 1975 tarihinde TBMM’nde yaptığı konuşmada; “Afet İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı bir ekibimi, Çanakkale ve civarında depremin yaratmış olduğu hasarları mahallinde tespit etmek amacıyla göndermiş bulunuyordum. Onu takiben gelmiş olan heyet raporları elimde olmak üzere, bizzat vatandaşın huzurunda meseleleri tespit ve orada tescil etmek için 2,5 - 3 gün Çanakkale civarında dolaştım. Gelibolu, Yeniköy, Umurbey, Güneyli köylerini ayrı ayrı ziyaret ettim. Deprem afetinin bilhassa Umurbey’de yaratmış olduğu çok sıkıntılı durumları, çadırda yaşayan vatandaşlarımla bizzat görüşmek üzere, onlarla yaptığım ziyarette müşahede ettim” dedikten sonra deprem bölgesine gönderilen heyetin raporunu bekleyeceklerini belirterek; “Giden heyetimiz, genel hayata etkili mahiyetin de dışında, Çanakkale ve yöresinde vücut bulan depremi, bölgesel mahiyette telâkki eder ise, o zaman umuyorum ki, gerek saymış olduğum Umurbey, Yeniköy ve Güneyli mıntıkasında ve gerekse onun dışında genel hayata etkili mahiyette görülmeyen kesimlerde vatandaşlarımızın yıkılan evlerini yeniden yapmak, tamir ve ıslah isteyen konutlarını tamir ve ıslah etmek cihetine gitmek imkânımız doğacaktır” demişti.

Kırsal bölgelerdeki vatandaşların, devletten beklediği acil yardım maalesef hemen sağlanamıyordu. Yine vatandaşa ilk elini uzatan Kızılay’dı. Kızılay deprem bölgesine hemen 810 çadır gönderdi. Kızılay’ın elindeki olanaklarla halkın giyimi de kısmen giderildi. Gelibolu’da bulunan 2.Kolordu Komutanlığı vatandaşlara sahra çadırları kurdu. İmar ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü bu kadar büyük çaplı bir bakanlık olmasına karşın, yaptıkları işler kesin sonuca bağlanamadı. Bu bölgenin büyük fay hattı üzerinde olması nedeniyle, gerekli köklü tedbirlerin alınması gerekiyordu. Türkiye’de çok ilginç olan bir şey vardır ki, deprem sonrasında evleri yıkılanlara ev veriliyor, köylünün ev kadar büyük ihtiyacı olan samanlık veya ahır hiçbir zaman düşünülmüyordu. Dolayısıyla evler yapılıyor ama samanlık ve ahırlar yapılmadığı ve yapılacak yer de olmadığından verilen evler göstermelik olarak kalıyordu. Vatandaş o nedenle devletin yaptığı ev yardımını almak istemiyordu.

Ülkemizde yaşanan her depremden sonra siyasetçiler felaket bölgesine geliyor ve güzel “şairane” nutuklar söylüyorlar. Sonra da felaketzedelere verdikleri sözler unutuluyor. Ama gerçek olan şudur ki; “Devleti şairler idare etmiyor. Devleti ekonomistler ve teknik adamlar idare ediyorlar.” Sorunlara bu gözle bakmalı ki, bir daha aynı felaketleri, “Allah göstermesin” bir daha yaşamayalım.

Dr. Mithat ATABAY

Copyright © Gelibolu Tarihi (Gallipoli History)
Site Tasarım Bahtiyar Ergün |