Popüler Yayınlar

17 Eylül 2019 Salı


GELİBOLU
MEVLEVÎHÂNESİ
XVII. yüzyıl başlarında kurulan Mevlevî
âsitânesi.
On beş Mevlevî âsitânesi içinde hem en geniş
araziye, hem de en büyük ve haşmetli
semâhâneye sahip olanıdır. Binalarından bugüne
kalanlar, Hamzakoy’daki askerî bölge içinde ve
deniz kenarına yakın bir alanda bulunan
semâhâne-türbe binası ile iki taçkapıdan
ibarettir.

(Afyon Mevlevi asitanesi şeyhi Burhaneddin Dede'nin Gelibolu'da Mevlevi dervişleriyle birarada çekilmiş fotoğrafı)

Mevlevîhânenin bânisi ve ilk postnişini, yeniçeri
ağalarından Kara Hasan Ağa’nın oğlu Ağazâde
Mehmed Hakîkî Dede’dir. Sâkıb Dede’nin
Sefîne’sinden öğrenildiğine göre (II, 26-37)
Ağazâde gençliğinde malını mülkünü kardeşi
Âsaf Ağa’ya bağışlayıp dünya ile ilişkisini
kesmiş ve Konya Mevlânâ Dergâhı’nda I.
Bostan Çelebi’nin müridi olup çile çıkarmıştır.
Uzun yıllar matbah-ı şerifte hizmet ettikten sonra
hilâfet alıp maceralı bir seyahatin arkasından
Gelibolu’ya dönmüş ve şehrin ortasında bulunan
Ahî Devle Zâviyesi’ne yerleşip sohbet
toplantıları tertip ederek Meŝnevî dersleri
vermeye başlamıştır. Ancak talep fazlalaşınca
zâviye yetersiz kalmış, Ağazâde de kardeşi Âsaf
Ağa’nın iade ettiği malları ve tanıdıklarının
yardımıyla bu zâviyenin yanına, sonradan
kendisinin de defnedildiği yerde (bugünkü
mevlevîhânenin bulunduğu mevki) bir “âyîn-i
Mevlevî hankahı” inşa edip ölümüne kadar
(1063/1653) bu dergâhın postnişinliğini ifa
etmiştir. Mevlevîhânenin son şeyhi Mehmed
Burhâneddin Dede-Efendi’nin anlattığına göre
ise (Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, nr. 65/6)
Ağazâde’nin Gelibolu’ya dönüşünde Solakzâde
Mehmed Ağa kendi mescidine bitişik iki odayı
ona vermiş, bundan sonra ders ve sohbetler
burada, âyinler de mescidde icra edilmiştir.
Zamanın kaptan-ı deryâsı Ohrili Hüseyin Paşa
Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu
Mevlevîhânesi’ne uğrayıp kerâmetleriyle meşhur
olan şeyh Ağazâde Mehmed Dede’ye intisap
etmiş ve ondan yakında sadâret mührünün
kendisine verileceği haberini almıştır. Hüseyin
Paşa vezîriâzam olduktan sonra (Mart 1621)
Beşiktaş Mevlevîhânesi’ni yaptırıp Mehmed
Dede’den ilk postnişin olmasını istemiş, böylece
her iki mevlevîhânenin meşihatini birlikte
yürütmeye başlayan Mehmed Dede, ikisinde de
çarşambaya rastlayan mukabelelere münâvebeli
olarak iştirak edebilmek için küçük bir
yelkenliyle Gelibolu-İstanbul arasında gidip
gelerek bir haftasını Beşiktaş’ta, bir haftasını
Gelibolu’da geçirmiştir. Ancak Hüseyin Paşa’nın
II. Osman’la birlikte öldürülmesinin (Mayıs
1622) arkasından Beşiktaş Mevlevîhânesi
postnişinliğini bırakıp Gelibolu’da kalmıştır.
Sâkıb Dede’ye göre daha sonra, babası Kara
Hasan Ağa’nın yanında yetişen IV. Murad’ın
vezîriâzamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa
Mehmed Dede’nin maddî ve mânevî
koruyucusu olmuş, kardeşi şair Sîneçâk Osman
Dede bir müddet Mehmed Dede ile birlikte
Gelibolu Mevlevîhânesi’nde kalmıştır. Evliya
Çelebi de Ağazâde’nin ders ve sohbetlerinde
bulunup mübarek ellerini öptüğünü yazmaktadır
(Seyahatnâme, V, 317).


Vakfiyesi ele geçmediğinden mevlevîhânenin
kuruluş tarihi kesin olarak belli değildir.
Bununla birlikte Ohrili Hüseyin Paşa’nın
vezîriâzam olmasından (1621) önceki bir tarihte
kurulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bazı
yazarların verdiği 1667 tarihi yanlıştır. Arşiv
kayıtlarına göre Ağazâde’den sonra sırasıyla
Âsaf Ağa’nın oğlu ve divan sahibi Sâbir Pârsâ
(ö. 1679), Ağazâde’nin halifesi Kalender
Mahmud, Abdülkadir, Rahmetullah (ö. 1713),
Mehmed, Abdülkerim, Bosnevî Mehmed (ö.
1750), Mustafa b. Bosnevî Mehmed, Mehmed b.
Mustafa, Lutfullah, Hüseyin b. Mustafa (ö.
1796), bunun oğlu Ali İzzet, bunun oğlu ve
Galata Mevlevîhânesi’nin şeyhi Ahmed
Celâleddin Dede’nin babası Hüseyin Azmî
(1868’de Kahire Mevlevîhânesi postnişinliğine
tayin edildi), onun kardeşi Mehmed Hüsâmeddin
(ö. 1885), oğlu Mustafa Dâniş (ö. 1896) ve
bunun oğlu son şeyh Mehmed Burhâneddin
Dede (ö. 1954) meşihat makamında
bulunmuşlardır.

II. Mustafa döneminde Lapseki’deki
Bayramdere mezraasının hâsılatı mevlevîhâneye
tahsis edilmiş, III. Mustafa zamanında 1766’daki
depremden büyük hasar gören yapılar 5833,5
kuruş harcanarak onarılmıştır (1767). Bu
tamirata ait keşif raporundan (BA, MAD, nr.
3160, s. 618-619) külliyenin o zamanlar küfeki
taşından minareli, kiremit örtülü ve bakır alemli,
iki katlı bir semâhânesinin bulunduğu; semâ
meydanı döşemesiyle mahfel, merdiven ve
kürsünün ahşaptan yapıldığı; üst katın giriş
kapısının saçaklı ve duvarların nakışlı olduğu;
semâhânenin bir yanında kadın mahfeli,
divanhâne, ocaklı köşk, diğer yanında cephesi
abdest musluklu, altı derviş hücresiyle şeyhe
mahsus sofalı iki oda, kütüphane ve
divanhânenin yer aldığı öğrenilmektedir.
Mevlevîhâne, III. Selim dönemine rastlayan
1805 yılında 8974 kuruş harcanarak
Kalyoncuzâde Mustafa Efendi tarafından tekrar
tamir ettirilmiş ve buraya II. Mahmud
Lapseki’ye bağlı Güreci karyesi, Abdülmecid de
Çâmhâs ve Çeltikçi timarlarını vermişlerdir.
Daha sonra Abdülmecid, 47.430 kuruş harcama
ile harap binaları genişleterek yeniden inşa
ettirmiş ve avlunun doğu taçkapısı üzerine 1256
(1840) tarihini taşıyan güneş ışınlı-tuğralı
kitâbeyi koydurmuştur. 1850-1851’de 95.390
kuruş sarfıyla yeniden tamir-tâdil edilmiş ve bu
faaliyetin kitâbesi de batıdaki taçkapının ön
cephesine yerleştirilmiştir. II. Abdülhamid
tarafından 1899-1900 yıllarında semâhâne-türbe
binasının yenilendiği, türbenin ve semâhânenin
kapılarındaki kitâbelerden anlaşılmaktadır.
Batıdaki avlu taçkapısının arka cephesinde
bulunan kitâbeden de mevlevîhâneyi “kâ‘betü’luşşâk-
ı sânî” (ikinci Mevlânâ Dergâhı) haline
getiren son büyük onarımın 1908’de
tamamlandığı öğrenilmektedir.

Mevlevîhânede 1849’dan itibaren, derviş ve
fakirlerin yemek masraflarına harcanmak
kaydıyla mukātaa ve timar bedelinden tahsis
edilen 13.620 kuruşla haftada iki akşam bütün
Gelibolu fakirlerine yemek verildiği
bilinmektedir. 1911’de burada on altı hücrenişîn
dervişle beş matbahnişîn (çilekeş can) ikamet
ediyor, görevli kadrosu sertabbah, mesnevîhan,
türbedar, neyzenbaşı ile muavini,
kudümzenbaşı, duahan, na‘than, kazancı dede
ve serhücrenişînden oluşuyordu (Konya
Mevlânâ Müzesi Arşivi, nr. 65/6). I. Dünya
Savaşı sırasında buranın son şeyhi Burhâneddin
Dede, yedi dervişiyle birlikte Dördüncü Ordu
emrindeki Mevlevî alayına katılıp üç yıl Şam’da
kalmıştır. Bundan sonra Gelibolu düşman işgali
altına girdiği için mevlevîhânenin tarihçesi
karanlıktır. Bu dönemde cephanelik olarak
kullanılan semâhâne-türbe binasındaki sütunlar
üzerinde izleri görülen kalın kelepçelerden
ahşap kirişlere taşıtıldığı anlaşılan asma kat
halindeki mahfiller ve merdiveniyle zeminin
döşeme tahtaları sökülmüş, sandukalar kaldırılıp
türbe tabanı toprak haliyle bırakılarak semâhâne
tabanı betonla kaplanmış, kuzeydeki semâhâne
giriş kapısına beton briket örülmüş ve
semâhânenin asma kat mahfillerine çıkan çifte
kanatlı iki merdivenin arasındaki boşluklar
gözetleme kulesi haline getirilmiştir. Eski
resimlerde görülen ana binanın türbe girişi
önündeki hâmûşânla (kabristan) avlu
taçkapılarının tuğralı üçgen alınlıkları ve çatıdaki
Mevlevî sikkeli alem tahrip edildiğinden
günümüze ulaşmamıştır.

Geniş bir araziye ve kâgir bir semâhaneye sahip
olan mevlevîhâne, bulunduğu stratejik ve
müstahkem mevkiinden dolayı halen askerî
garnizon olarak kullanılmaktadır. Yıkılan
mescidle müştemilâtının yerine bir askerî
hastahane ve ek hizmet binaları inşa edilmiş,
askerî malzeme deposu olarak kullanılan
semâhâne-türbe binasının 1980’den önce
geçirdiği çatı ve cephe onarımı sırasında güney
cephesi kesme taşla yeniden kaplanmış, batıdaki
semâhâne alt ve üst mahfel kapıları pencereye
dönüştürülmüş, pencerelere de petek revzen ve
korkuluklar takılmıştır. 1994 yılında bina
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın
alınarak çatısının onarımına başlanmıştır.

Zamanında bir mescid, zengin kütüphane, altmış
odalı harem dairesi, geniş yemekhaneye, bir han
ve bir mektebe sahip olan mevlevîhâne
külliyesinin dış durumu, ancak XX. yüzyıl
başında çekilen bir kartpostalla diğer bazı
resimlerden anlaşılmaktadır. Düz ve tenha bir
mevkide kurulan mevlevîhâne yaklaşık 33.000
m2 bir alana sahip olup ihata duvarı ile
çevriliydi. Batıdaki sokaktan yuvarlak kemerli,
sütunları korint başlıklı mermer taçkapıyla 1000
m2’lik avluya giriliyordu. Avlunun kuzeyinde
kiremit örtülü kesme taştan yapılmış semâhânetürbe
binası ve onun güneyinde hâmûşân yer
almaktaydı. Hâmûşânın doğusundaki diğer
taçkapıdan minareli mescid, derviş hücreleri,
selâmlık ve harem dairesiyle güneye inen
kiremit örtülü diğer bina topluluğuna
geçiliyordu. Muhtemelen yerli gayri müslim
ustaların eseri olan semâhâne-türbe binasının iç
ve dış süslemeleri, II. Mahmud dönemi sonu-
Abdülmecid dönemi başında devam eden taşra
Türk empire (ampir) üslûbunun tipik
örneklerindendir.

Tanzimat dönemi devlet daire
veya idâdîlerini andıran 12 m. yüksekliğindeki
cepheler yatay bir yalın silme ile ikiye
bölünmüş, üst yarısı yüksek altlıklı ve korint
başlıklı sütunçeler, alt yarısı da plastrlarla düşey
bölümlere ayrılmıştır. Her bölümde altlı üstlü iki
sıra halinde düz silmeli ve üçgen alınlıklı büyük
dikdörtgen pencereler yer almaktadır. Üst
pencereler, diş kesimli saçak kornişinin altında
bulunan üç bölümlü ve yuvarlak dilimli birer
kemer olarak düzenlenen yüzeylerin ortasına
yerleştirilmiştir. Bu düzen binanın dört
cephesinde tekrarlanarak devam etmekte, sadece
kapılar ve eskiden mevcut olan batıdaki çift
kanatlı iki merdivenle kesilmektedir. Semâhânetürbe,
aynı dikdörtgen planlı kitle (28,6 x 35 m.)
içine alınarak diğer bölümlerden tecrit edilmesi
bakımından, farklı malzemeye sahip olmasına
rağmen Yenikapı ve Bahariye
mevlevîhânelerinin asma galeri katlı ahşap
türbe-semâhâne ikilisinin plan tipine uymaktadır.
İç mekân, birbirine kemerlerle bağlanan on beş
sütunun taşıdığı sekiz bağdâdî kubbe ve
aralarındaki düz tavan bölümleriyle örtülü olup
iki sıra halindeki kırk dört pencere ile
aydınlatılmıştır. Hepsi korint başlıklı olan
sütunlardan doğudaki altı tanesinin taşıdığı 9,5
m. çapındaki orta kubbe ile köşelerde yer alan 8
m. çapındaki iki kubbenin örttüğü türbeye (13,5
x 26 m.) güneye açılan ta‘lik kitâbeli kapıdan
girilir. Semâhâne kısmının (18,8 x 26 m.)
doğusunda ise dokuz sütunun taşıdığı 18,78 m.
çapındaki orta kubbeyle
örtülü semâ meydanı, 4,5 m. çapında birer
kubbenin örttüğü mihrap önü mahalli ile
karşısındaki içine eskiden asma kat mutrip
mahfilinin yerleştirildiği mekân ve iki köşesi 8
m. çapında birer kubbeyle örtülü eski iki katlı
asma ziyaretçi mahfili yeri bulunmaktadır.
Semâhânenin, mevcut hatıl izlerinden
zamanında, kapının üstüne rastlayan kısmının
mutrip heyetine ait bir asma kat mahfiliyle
çevrili olduğu ve buraya kapının yanında bugün
izleri görülen ahşap bir merdivenle çıkıldığı
anlaşılmaktadır. Alt ve üst kat ziyaretçi
mahfillerine ise dışarıdaki çift kollu iki beyzî
merdivenin altında ve üstünde bulunan bugün
pencereye dönüştürülmüş iki kapıdan
girilmekteydi. 18,78 m. çapındaki ahşap
döşemeli semâ meydanı, Mevlevî âyini icrasına
uygun olarak ya dairevî veya dokuzgen planlı
olup dokuz sütun arasına yerleştirilmiş alçak bir
korkulukla sınırlanmış ve Yenikapı ve Bahariye
mevlevîhânelerinde olduğu gibi türbe kısmından
yüksek bir korkulukla ayrılmış bulunuyordu.
1767 yılına ait tamirat keşif raporuna ve eski bir
kartpostaldaki resme göre semâhâne, Selânik
Mevlevîhânesi semâhânesindekilere benzeyen
saçaklı kapılara sahipti. Yaşlıların ifadelerinden,
türbe kapısından 6 m. kadar içeride Ağazâde
Mehmed Dede’nin medfeninin yer aldığı
mahzene inen beş basamaklı bir merdivenin
bulunduğu öğrenilmektedir. 7,74 m.
yüksekliğindeki azametli mermer mihrabın nişi,
yaldız bordürlü ve ortası abartılmış üç dilimli
geniş silmeli bir kemerle çevrilidir. Nişteki
kırmalı sarı mukarnasın altı, bordo rengi saçaklı
ve kordonlu perde motifiyle süslüdür.
Köşeliklerdeki Türk empire üslûbu özelliği
gösteren şualı iri gülçelerle yanlarındaki çift
sütunçe başlıklarının sarkık uçlu yaprak
çelenkleri yaldızlıdır. Yer yer alçısı dökülmüş
bağdâdî kubbelerin canlı kalem işlerinde hâkim
renkler mavi ve kiremidî olup dilimlere bölünen
kubbe yüzeyleri, gölgeli bir üslûpta yapılan
ortalarda soyut bitkisel motiflerle, kenarlarda ise
kurdele, kordon, âşık yolu gibi Türk empire
motifleriyle süslenmiştir. Semâ meydanının
üzerindeki büyük kubbenin eteklerinde yirmi
pafta içine ta‘lik hatla yazılmış Yenikapı,
Bahariye ve Kütahya mevlevîhânelerinin
semâhâne kubbe eteklerinde de bulunan ve
semânın manevî değerini anlatan, “Dânî semâ çe
büved?” (Semâ nedir, bilir misin?) mısraı ile
başlayan Farsça beyitler dikkat çekmektedir.

Not: Fotoğrafın büyük halini görmek için üzerine tıklayın. Bu ileti ile ilgili her türlü yorumlarınızı en altta bulunan "Yorum Gönder " kısmına yazarak bize iletebilirsiniz. Yönetici onayından sonra yayınlanacaktır.

0 yorum :

Yorum Gönder

Copyright © Gelibolu Tarihi (Gallipoli History)
Site Tasarım Bahtiyar Ergün |